31 Mayıs 2016 Salı

Serovital HGH Hakkında

Blog yazmayalı çok uzun zaman oldu evet :)

Fakat arada, kendim yetersiz bilgi buldugum konularda birkaç bişi yazmak istediğim için giriyorum :)

Aile büyüklerimde çeşitli demans (unutkanlık) hastalıkları mevcut.. Anne-babamda da ilerlemesin diyerek yaptıgım araştırmalar sonucunda İstanbul'da bir doktora gitmeye karar verdik.

Bu doktor yaptıgı tetkikler sonucunda unutkanlıgın, beynin yetersiz beslenmesinden kaynaklandıgını söyledi ve bize Serovital HGH adlı hormon takviyesi kullanmamızı önerdi. Önerdi önermesine de ne yazık ki bu ilaç ha deyince alınmıyor. Amerika'da satılıyor, Türkiye'de satışı yok ve üstelik kargo ile satın alındıgı takdirde de gümrükte takılıyor :( Amerikada ise ilaç olarak değil de vitamin takviyesi tarzı satılıyor. İçindeki Human Growth Hormon beyin damarlarını besleyerek yaşlanmayı veya daralmayı geciktiriyor-muş.

Benim getirtme imkanım var çok şükür, alıp kullanmaya başladık ve degerlerimiz biraz yükseldi. Şu an kullanmaya devam ediyoruz (3 kutu bitti) Henüz unutkanlıkla ilgili bir etki görebilecek bi süre değil bu fakat bu kısa sürede bile annemin cildi inanılmaz derecede parlayarak gençleşti :)

Sizden ricam, kullanıp fayda gören, ilaç hakkında bilgisi olan birileri varsa aranızda, benimle paylaşır mısınız?

Ayrıca kullanıp da zor temin eden birilerine de ulaştırabilirim ;)  Eczacılar odası ve sağlık bakanlığı ile yazışmalarım da sürüyor. Biz getirtebiliyor olsak da bu ilacı isteyip de düzenli olarak getirtemeyen insanlara ufacık bi yardımım dokunur belki..

Allah tüm hastalarımıza şifa versin..

Sevgiler :)

17 Eylül 2013 Salı

Shellac Çıkarma Operasyonu

Tamam.. Yılda bir iki kez paylaşımda bulunuyor olabilirim.. Ama sorun bi neden durup durup bir sey yayınlıyorum? Çünkü efenim, kendim icin gerekli bir konuda internette araştırma yapıp da türkce sitelerde yeterli bir bilgi toplayamayınca alıyorum kalemi pardon klavyeyi elime...

Bundan 1 ay kadar önce el ve ayak tırnaklarıma shellac kalıcı oje & manikür uygulaması yaptırmıştım. Ellerim şanssızlık sonucu birkaç kez değişim/ onarım geçirmek zorunda kaldılar. Şu an en son uygulanan ile 3. Haftaya girmekteydiler ki sıkıldım ve artık shellac ojelerimden kurtulmak istedim. Aslında bu çıkarma işlemi kuaförlerde ücretsiz olarak yapılıyor. Yani evde uğraşmaya gerek yok.. Yok da.. Ya siz de benim gibi, hiçbir kuaförü kalıcı oje uygulaması yapmayan bir şehirde yaşıyorsanız?.. :/ 

Bir tek çıkarma işlemi icin İstanbul'a gitmeyeyim diyerek küçük bir araştırma yaptım ve hemen uygulamaya koyuldum.


 
Aslında normal zamanda asetonsuz oje çıkarıcı kullanıyorum fakat evde bulunmadığı icin gece vakti evde bulunan tek kimyasala başvurdum. O yüzden "aaaoooyyy o şey tırnaklarımı mahvedeeerr" demeyin, siz imkanınıza gore daha az zarar vereni kullanın ;)

Neyse.. Gelelim uygulama adımlarına:

1. Bize gereken ilk sey tabiiki bozulmuş ya da sıkılınmış kalıcı ojeli parmaklar :)

2. 3 adet disk pamuk alıyoruz ve bunların her birini makas yardımı ile 4'e bölüyoruz. 

3. Aluminyum folyomuzu parmaklarımızı sarabilecek kalınlıkta şeritler halinde kesiyoruz. 

4. Aseton veya oje çıkarıcı solusyonumuzu alıp pamuk parçalarına bolca döküyoruz. 

5. Parmağımızı şekildeki gibi folyoya hizaliyoruz. 

6. Yeri ayarlanan tırnağımızın uzerine bolca oje çıkarıcı dökülmüş pamuklarımızı yerleştiriyoruz. 

7. Folyoyu, pamuğun tırnağın her noktasına temas edeceği sekilde sıkıca sarıyoruz. 

8. Bu işlemi tüm parmaklarımıza teker teker uygulayarak 15 dk kadar (simli ojelerde bu islemi uygularken 5-10 dk yetiyor evet ama shellacta 4 kat uygulanarak ışınla sertleştirilen ojeden bahsediyoruz:) ) bekliyoruz.

9. Folyoları, pamuğu biraz tırnağa sürtüp çıkarmak ister gibi ovalayarak çıkarıyoruz. Kalan tortuları ise tahta bir çubuk yardımı ile tırnak yüzeyine zarar vermeden, fazla bastırmadan ittirerek çıkarıyoruz. 

10. Ben işlemlerin en sonunda bir kat daha normal aseton ve pamukla sildim tırnaklarımı. Son olarak da tırnak bakım yağı sürerek tırnaklarımızı yeni ojelerde hazırlıyoruz :)

Evet biraz zahmetli oldu ama netice itibari ile beni İstanbul'a gitmekten kurtardı :)

Bunu yaptıktan sonra, nasıl olsa etlerim aynı süre asetonla temas etti, acaba direk asetonu kaba döküp elimi icine mi soksaydım da demedim degil ama onu da ayaklarda denerim artık :p Zaten kuaförler de bu şekilde bekleterek çıkarıyor uygulamayı ama onlar özel çıkarıcı solusyon kullandıkları icin ben asetona batirmaktan korktum. 

İşte böyle..

Artık istediğim ojeyi sürebileceğim :p

Kalıcı oje ile ilgili yorumlarımı da belki yazarım daha sonra. Simdi bu yazının amacı, evde çıkarma işlemi yapacak olan arkadaşların aramalarında ellerini boş bırakmamak :)

Sevgiler..

25 Haziran 2013 Salı

Dikkat! : Kaynak Yanığı

Çoook uzun bir aradan sonra böyle iç açıcı (!) bir konu ile dönüş yapmak istemezdim ama bu konu ile ilgili öyle yanlış şeyler ve öyle çaresiz durumlar okudum ki internette, kendim, toplu bir yazı yazmaya karar verdim.

Halk arasında "kaynak alması" adı ile bilinen göz rahatsızlığını bilmezdim üretime girene kadar :) Ben hala da biliyorum diyemem, fabrikada sıklıkla bu sorunla karşı karşıya gelince internetteki bilgi eksikliği bana "hadi yaz" dedirtti...

Gözün kaynaktan dolayı yanması, yani kaynak alması, fazla ışığa maruz kalan gözdeki tahribattır. gözde gündüz herhangi bir acı hissedilmez fakat akşam olunca kumlanma hissi dediğimiz batmalar başlar. Göz kapatılınca batma, açılınca ise ışık uçuşmaları ve daha çok batma oluşur. Berbat bir durumdur :( Kornea tabakasının yanma derecesine göre çeşitli tedaviler uygulanılabilir.


  • bu tedavilerin ilki tabiiki en yakın sağlık kuruluşuna giderek bir göz damlası edinmektir. İsim vermiyorum, çünkü "ben şunu aldım şurdan okumuştum gözüme şu oldu" gibi sözler duymak istemem :) Her eczane veya hekim farklı bir damla önerse de hepsinin de kaynak almasına iyi gelen şeyler söyleyeceğine eminim :)) 
  • ilk anda, daha gündüz, herhangi bir yanma yokken, herhangi bir suni gözyaşı ile gözü iyice yıkamak akşamki acıyı azaltacaktır.
  • Halk arasında en bilinen yöntem "patates basmak"tır. Evet, bu rahatlatır fakat, patatesin soğukluğunun gözü rahatlatması sebebiyle oluşan geçici bir rahatlama olacaktır. Patates oda sıcaklığına geldiği zaman hiçbir etkisi kalmayacaktır. 
  • Aynı şekilde buz kompresi de geçici bir rahatlama sağlayacaktır.
  • Limon sıkanlar varmış gözüne!! İlk anda çok yakarmış fakat sonra rahatlatırmış! Yapmayın Allah aşkına! Limonun yakma acısı diğer acıyı unutturacak bence, o nedenle geçti sanılacak :D
  • Nişastayı su ile bulamaç haline getirip göz kapaklarının üzerine koymak da aynı şekilde geçici bir rahatlama sağlayacaktır. 
  • Bu rahatlama süreçlerinde uyuyabilenlere ne mutlu! Ama uyuyamayanlar... Sizler için üzgünüm.. Bu acı bazen 1-2 gün sürebiliyor. Ayrıca acınız bi şekilde geçip uyuyabilseniz bile ertesi gün bulanık görme olabiliyor, korkmayınız :)
  • Tabii ki tekrar söylüyorum, acil sağlık kuruluşlarına giderek bir hekim tavsiyesi almak en kesin çözümdür! Acilde de gözü serum gibi bişi ile yıkayıp rahatlatıcı damlalar sıkıp gönderiyorlar.
Şimdilik bilgim budur.. Eğer ki farklı yöntemler öğrenirsem eklemeler yaparım..

Geçmiş olsun...

Sevgiler..

7 Ekim 2012 Pazar

Deneme

telefondan blogger app'ini denemekteyim :) eğer başarılı olursa baya bir hasır nesir olacağız demektir :)

bir de fotograf deneyelim :)

20 Nisan 2012 Cuma

Gezi Günlüğü Vol 5 : Portekiz

Baltık Yazı Dizisi ile başlayan gezi yazılarıma istemdışı (tembellikle alakalı :p ) uzun bir ara vermiştim ki bugün "hadi canlan da Portekizi de aradan çıkar cicibebe" dedim kendime :)

Öncelikle yine genel bilgi verelim biraz :) Genel Bilgi derken, aslında benim de çok bi bilgim yok bu kez.. Zira bikaç günlük, bi seminer için gidip, çok da gezemeden dönmüştüm..

Benim, Avrupa'nın en renkli başkentlerinden biri olan Lizbon, Porto ve Guarda'yı görme şansım oldu..

Portekiz, Akdeniz'e kıyısı olmayan bir Akdeniz ülkesi :) Akdeniz'e olmasa da Atlas Okyanusuna olan kıyısından dolayı özellikle kıyı kesiminde sürekli bir serin ruzgar hakim.. Biz haziranda gitmiş olmamıza rağmen trençkotlarla bile üşüdük diyebilirim..

İnsanları sıcak kanlı, canayakın ve rahat.. Ülke, AB desteği almış fakat diğer Avrupa Ülkelerine oranla gelişmemiş sayılır.. Binalar yine çoğunlukla Art Nouveau kokuyor.. Bu da şehri büyüleyici kılmaya yetiyor..

Ülke, şarap üretiminde ileir seviyede olduğu gibi dünya üzerindeki şarap mantarı üretiminin %50'den fazlası da Portekiz'de yapılmakta.. Hal böyle olunca, akşam yemeğinizi nefis bir kadeh şarap ve Portekizin ünlü, hüzünlü müziği fado eşliğinde yapmanızı tavsiye ediyorum! Bunun için kıyı şeridindeki kafelerden birini tercih edebilirsiniz.. Fiyatlar normal sayılır.. Amaaaa bu fiyat konusunda otoyolları çok pahalı!! Bikaç ayrı otoyolları var fakat en basitinden Lizbon-Porto arası yaklaşık 300 km ve ödenen ücret 25€ civarı!!! Gözünü sevdimin Türkiye'si dedim içimden ilk kez :p Ulaşım konusu açılmışken, şehir içlerinde ulaşım genelde raylı sistemlerle sağlanıyor, taksiye gerek kalmıyor.. Zaten her köşesi o kadar güzel ki yürümek varken taksiye de pek gerek duyulmuyor..

Yine mi çok konuştum? :)

Peki efenim o zaman sizi fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum..

Lizbon :

Şehrin Kapısı ve Zafer Anıtı

Belem Kalesi

Belem Kalesi tepeden sizce de Alis Harikalar Diyarındaki şatoyu anımsatmıyor mu? :)

İstanbul ile aradaki benzerlik :))

Atlas okyanusu..

Tiyatro Binası..

Club De Fado..

Modern Lizbon :)


Porto :

Atlantik Okyanusu.. Bir rivayete göre okyanus dalgalarının yüksekliği 12 metreyi falan bulurmuş! :o

Sanki İstanbul'da ara sokaklardan biri :)

Cafelerde masanıza gelen başlangıç yiyeceklerine dikkat edin, bazen ummadığınız parçaların abartı fiyatları çıkabiliyor!

Şarap bolluğundan ne yapacaklarını şaşırmışlar :p Şaka bi yana bana çok orjinal geldi bu fikir..


Çok amaçlı köprüler.. Üstten araçlar geçiyo alttan yayalar :)

Şişe yetmez diyenler için :p


Ortaçağ'da kabarık elbisenizle gelip, tozlu raflardan bir kitap seçip koltuğunuzla kuruluyorsunuz!.. Ehh, tamam.. Biraz modernleşmiş hali olabilir :p


Bu yolları sevdim ben :)


Şarapları ile ünlü Gaia'dan bir kesit..


Guarda :

Ne Kasvetli, sıkıcı ama bir o kadar da güzel bi hava :)

Safranbolu evi değil mi bunlar :p

Se Katedral da Guarda..

Yöresel hünerlerini sergileyen hatunlar..

Üniversite..

İNTE 2011 Programı :)

Evveeeeet bir gezimizin daha sonuna geldik..

Bakalım sonraki durağımız neresi olacak :)

Takipte kalın..

Sevgiler..

:*

18 Nisan 2012 Çarşamba

Mim Arası

Tatlılar Tatlısı makyajsever justuntitled'cim beni mimlemişti geçenlerde ama vakitsizlikten post yazamadığım gibi bunu da cevaplayamadım :/

Şimdi azcık bi ara bulunca hemen cevaplayıp kaçayım dedim :)

Gelelim sorularaaaa :)

1. Yemek olsan ne yemeği olurdun?

Bol malzemeli renkli bir salata olurdum kesin..Ama kocaman bir kase! :)

2. Müzik aleti olsan hangisi olurdun?

Çello! Zor, görkemli ve etkileyici!

3. Araba olsan hangisi olurdun?

BMW 116.. rahat ama şık ;)

4. Aylardan hangisi olurdun?

Mayıs.. Ne insanları sıcağımla bunaltırım, ne rüzgarımla üşütürüm.. Herkes cıvıl cıvıl gezer :)

5. Ayakkabı olsan hangisi olurdun?

Siyah rugan kurtarıcı bir stiletto!

6. Kıyafet olsan hangisi olurdun?

Beyaz basic bir tişört! takılarla renklenir, hareketlenir, her ortama uyum sağlardım :)

7. Renk olsan hangisi olurdun?

Pembeeeeeeeeee! Her tonu olabilir :)

8. Hayvan olsan hangisi olmak isterdin?

Yaban atı.. Yeleleri upuzun ama!

9. Şu an okuduğun kitabın 137. sayfasında neler var?

Şu an okuduğum kitap evde ama iş yerinde önümde açık kitchenware var, olur mu :p


Aaaa bu kadarcık mıydı ayolll :p

Ben de bişi sandım :))

Ben bu mimi yapmayan herkese gönderiyorum çünkü uzun zamandır ortalıkta dolanıyo, kim yaptı kim yapmadı bilemiyorum :/

Sevgiler..

:*

9 Nisan 2012 Pazartesi

Doğa'dan Bir Kesit : Eşme

Haftasonu güneşi görünce attık yine kendimizi dışarılara :) Bizler, yani ben ve etrafımdakiler, Sakarya merkezde oturan fakat güneş olsun olmasın haftada en az 3 kez Kırkpınar veya Sapanca'ya giden, su aşığı insanlarız.. Kırkpınar da çok güzel ama ne yalan söyleyeyim artık çok sıkılmıştım ki, bi arkadaşım, dün yine Kırkpınar istikametindeyken Eşme'ye gitmeyi önerdi.. Ben daha önce İzmit'e E5'ten giderken Eşme'den geçerdim ama göl kenarına hiç inmemiştim.. Meğer orda da çok güzel piknik alanları ve parklar varmış.. Biz de içinde pıtır pıtır koşturan küçük insanların bulunduğu ama bir o kadar da sakin, huzurlu bir alanı tercih ettik.. Karnımız tok olduğu için hafif rüzgar eşliğinde çaylarımızı yudumladık.. Bu tarafa hep karşıdan, Kırkpınar'dan baktığımız için garip geldi bu taraftan Kırkpınar'a bakmak :) Ama sevdim.. Çaylarımızı içip biraz da çekirdek çitledikten sonra, gözümüze kestirdiğimiz iskeleye yöneldik..
Şansımıza bikaç fotoğraf çekilmek isteyen çift hariç de kimse gelmedi biz otururken.. Döndük güneşe yüzümüzü uzuuuuuuun zaman sessiz sessiz sohbet ettik..
Tabi ben hemen oturup ayaklarımı suya sallandırmak istesem de suyun sıcaklığını kontrol ettiğimde vazgeçtim bu fikrimden :) Fotoğraflarda renkler hep karanlık, belirsiz.. Güneşe karşı telefonla çekilince ancak bu kadar düzeltebildim maalesef ama pazar relaxlığı içinde eşofmanlar içindeydik :) Güneşe doydum, huzur doldum, sevdim.. Piknik için de öneriyorum.. Sevgiler..

27 Mart 2012 Salı

Bu Aralar Ben...


Malumunuz uzuuuuuuuun süredir görünmedim ben yine.. Hali hazırda duran postları bile yayınlayamadım o derece bir koşturmaca içerisindeydim.

Öncelikle en önemli haber olarak : yeni bir işe başladım :)

Çooook uzun süredir gönlüme göre bir iş arıyordum, tam çok da istemediğim başka bir işi kabul edecekken burası çıktı ve apar topar başladım.. Çok içime sindi, keyifle çalışıyorum.. İşe girdiğim günden bu yana yoğun bir tempo ile çalışma sebebimiz olan fuar ise nihayet yarın start alıyor! Heyecanlıyız :)

Onun dışında;


- Bol bol alışveriş yaptım. Ayakkabı orucum hala devam ediyor ama arada ufak kaçamaklar yapmama engel olmuyor :p

- Bol bol gezip eğlendim. Hatta 7 Aydır "tek bir haftasonu bile" evde durmadım diyebilirim! Beden yorulsa da sevdiceklerle birlikte olmanın verdiği keyif her şeyi unutturdu..

- Bol bol okudum.. Tam bir kitap kurdu oldum işsiz, evde geçen günlerimde..

- Bol bol film izledim, izlemedigim macera, aksiyon filmi kalmadı diyebilirim :)

- Arkadaşlar edindim, dostlardan (dost görünenlerden) vazgeçtim! Yara aldım, üzüldüm, ama insanlara bu kadar fazla güvenmemek gerektiğini "bir kere daha" gördüm :)

- Ailem için ne kadar değerli olduğumu ve onlar için tek konunun benim mutlulugum ve refahım olduğunu, her sıkıntımda, ne olursa olsun yanımda olduklarını ve olacaklarını bir kez daha anladım..

- Zamanla yarıştım! Kendime vakit ayıramadım bırakın etrafımı.. Dostlarımı zaman zaman ihmal ettim.. Özelli,kle işe başladıktan sonra resmi dairelerin vb 10 a kadar açık olmasını istedim :D

Daha bir çok şey oldu belki ama son olarak,


Dünyayı geziyorum postları çok yakında devam edecek, takipte kalın :p

Sevgiler..

:*

24 Ocak 2012 Salı

Baltık Ülkeleri Part 4 : Finlandiya

Baltık gezimin son durağı Finlandiya oldu.. Aslında burası bir Baltık Ülkesi değil.. Fakat daha yakın olsalar da İskandinav ülkesi olarak da görülmüyot..



Bu postta fazla fotoğraf gösteremeyeceğim için üzgünüm.. Zira hem bir gece öncesinden zaten fena şifayı kapmış, midemi üşütmüşken, bir de üzerine zorlu deniz yolculuğu eklenince yeşil suratla pek gülümseyemedim objektiflere :p Hem de ülkeyi beğendiğim söylenemez açıkçası :/

Önce yine genel bilgi :

1917'de bağımsızlığını ilan eden ülkenin nüfusu yaklaşık 5,2 milyon.. Finlandiya'da Fince ve İsveççe konuşulmakta.. Para birimi euro ve oldukça da pahalı bir ülke.. Sağlık sistemleri berbat! Sakın ama sakın hasta olmaya kalkmayın, ne doktora görünebilirsiniz ne de doktorsuz ilaç alabilirsiniz :(

Genel anlamda deniz seviyesine yakın bir ülke, en yüksek noktası 1328 m.. Ülkede 200.000 civarı göl ve 98.000'in üzerinde ada bulunmakta!!



Adalar arasında ulaşım kişiye özel tekneler veya feribotlarla sağlanıyor..

Gelelim benim Estonya'dan Finlandiya'ya geçiş macerama :)

Estonya'da şifayı kapınca bütün gece sabaha kadar çıkarmak suretiyle uykusuz kaldım.. Vücudum susuz ve halsiz kaldı, tansiyonum yerlerde.. Neyse diyorum, feribotta uyurum nasılsa sallana sallana.. Kendime gelirim karşıya, Finlandiya'ya geçene kadar.. Bindik.. 2 saat sürecek olan yolculugun ilk yarım saati normaldi.. Fakat sonra öyle bir fırtına çıktı ki dalgalar en üste kadar ulaştı resmen :S



Tüm yolcular panik içinde tabii, her dilden "Titanic olcaaazz" nidaları duyuluyo falan :) Tabi benim tüm dinlenerek kendime gelme hayallerim suya düştü.. Zaten min seviyeye zorla düşürdüğümüz mide bulantım tekrar max'a ulaştı ve ben sarsıntıdan yalpalaya yalpalaya lavaboya zor yetiştim :( Bir kuyruk bir kuyruk aman tanrımmm! Artık hatunlar boş kabin bulmayı bıraktı 3er 5er giriyorlar falan.. Ne kadar kaldım hatırlamıyorum ama bir süre sonra sarsıntılara alışınca sanırım daha iyi hissettim ve tekrar oturduğum yere döndüm.. Döndüm ama bu kez oturmaya halim kalmamıştı, direk yattım.. Cama vuran dalgaları izlerken de uyuyakalmışım :)



Abi güruhu bu fotoğrafımla sürekli dalga geçtiler : yeşil dev Hulk'ın yavrusu yeşil surat cicibebe falan diyerek :) Yeşil olmasa da sapsarıydı resmen.. Hatta beyaz.. Evet evet..

Neyse efenim, bu kısa yolculukta çektiğim çile nedeniyle Cruise gezi hevesim de bir anda uçuverdi ve şimdi beni hiçbi güç açık denizlere gönderemez buna eminim :p

İndiğimiz zaman ilk işim, klasik, yeri öpmek oldu tabiiki :)) Abartı diye düşünürdüm hep bu hareketi ama değilmiş azizim! Yusuf yusuf diye bişi varmış hakikaten!



O mideyle, o halde, o tansiyonla, Helsinki'ye varır varmaz, otele yerleşmeden başladık çevreyi gezmeye! Neymiş efendim, gençler bu katedralde evlenebilmek için yıllarca sıra bekliyormuş! Neymiş efendim içerde bi düğün varmış, ben de şirin şirin bakarak yaklaşınca canayakın bulmuş -ki Finliler genel anlamda soğuk ve içe kapanık insanlardır- ve bana da gelin şekerinden vermişler! Yerim katedralinizi diyerek oturdum merdivene şekerimi yemeye başladım :)) Ve tabiiki objektiflere poz vermeyi de ihmal etmedim :p

Bu bitti, haydiiii ordan büyük katedrale..



Neymiş efendim, birinin bi tanıdığı bu katedralde evlenebilmek için tam 3 sene beklemiş! Hayır o süre zarfında ayrılırsa çiftler ne olacak onu sormadım bakın! Yeni ilişkisi için hazırda alınmış bir düğün günü oluyor baksanıza, gelin adayı için biçilmiş kaftan bir eş! :p Neymiş efendim kapalıymış!! Akşamüstü gelecekmişiz!..

Bu meydanda bir şişe su bulabilmek için dört döndüğüm büfemsi şeylerden sonra, hadi bi de şuna sorayım diyerek gittiğim mobil dondurmacının Türk çıkmasına ne dersiniz? Tişörtümde yazan İstanbul yazısını görünce direk Türkçe konuştu ve biraz muhabbetten sonra 2€ olan suları 1€ dan verdi :D

Otele yerleştikten sonra ki ben tahmin ettiğiniz üzre yerleşmeden direk yatağa attım kendimi ve arkadaşlara siz nereye giderseniz gidin ben yatıyorum diyerek inzivaya çekildim.. Ama işte şeytan.. Dürtüyo.. Gelmişsin buralara kadar, kalk, miden bulandığı yerde çıkar, sonra gezmeye devam et.. Dedim ve kalktım, doktor amcam, doktor teyzem, kızları gözde ve vekil amcam&eşi ile birlikte tarihi Suomenlinna Adası'na gittim..



Fotoğrafta yüzüm gizlenmiş olsa da pasaklılık ve bitkinlik aktığı görülebiliyor bence :p

Suomenlinna Fince adı, Sveaborg İsveççe adı.. 8 adadan oluşan Suomenlinna Fin tarihi boyunca savunma amaçlı askeri kale olarak kullanılmış.. 1991 yılında Unesco dünya mirası listesine kaydedilen ada gerçekten görülmeye değer güzellikte.. Yemyeşil, masalsı, huzurlu.. Zaten bana su olsun, çimen olsun, yayılıp suyu izleyerek stres atayım.. Yarım saatte şeker gibi bi insan olurum valla :)



Bu 8 ada birbirine, üzerinde durmuş olduğum köprülerle bağlanıyor.. Ve girişinden itibaren kalenin, topların olduğu bölgeye kadar yürüyerek gezilebiliyor.. Ada ayrıca gülle üretimiyle de meşhurmuş bu arada..



E 4 değil 14 tarafımız su olunca etrafta tekneler, yelkenliler, yatlar görmek kaçınılmaz.. Hayat onlara güzel valla! :p



O kadar gezdim de Baltık Denizi'ne ayak basmadım dedirtir miyim hiç? Tabiiki yaptımmm ve bunu pembe ojelerimle kanıtlamaktan da geri kalmadım!

Ada dönüşü biraz caddelere bakındık ve oldukça renkli görüntülere şahit olduk!



Ne için toplandıklarını anlayamadığımız, güzelliklerini kıskandığımız için de soramayıp, uzaktan zoomla izlediğimiz çizgili Finnish hatunlar...



Kostüm partisine gittiklerini düşündüğümüz, yani öyle umduğumuz bir grup genç..



Çok ama çok çirkin bir yaratık!

Muhtemelen bir festival falan vardı etrafta bi yerde ama iz sürecek gücüm olmadığı için pek ilgilenmedim :p

Otele gelip biraz dinlendikten ve bedava (daha doğrusu 2-3€ vererek aldığınız 12 saatlik şifre ile giriliyor) internetin tadını çıkardıktan sonra kendime geldim.. Akşam acıkan karnımızı doyurmak üzere abilerin bir kısmı ile gittiğimiz dönerciyi öneriyorum! Evet evet yanlış duymadınız, dönerci :) Tren garının karşısında bi yerde.. Evet, yediklerimiz güzeldi belki, ya da onca berbat yemekten sonra bana güzel geldi bilemiyorum ama henüz düzelmiş olan midem bunu kaldıramadı ve yine kötüleşti.. Hayır dedim cicibebe! Yatmak yasak! Tuttum 2 abiyi kolundan, dooooğru adını sıkça duyduğumuz The Tiger'a..



Burası kendi çapında güzel bir eğlence mekanı idi.. Tepede kafasını sağa sola döndüren devasa demir yığını kaplan kafasına uzun süre bakınca psikopat hisleri içine girdiğim doğrudur, fakat önümdeki direkte sürekli değişen hatunlara çevirince kafamı kendime geldim! Topukları yok! Ve bacakları boyum kadar!!! Toparlanmam zaman alsa da kısa sürede adapte olup kaynaştım ve geceyi bu kez dayak yemeden (bkz : Estonya yazısı) atlattım :)

Gece bittiğinde ben de bittim ve ertesi günü uyuyarak, biraz da yine etrafı dolanarak geçirdim..

Etraf ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar.. Ek bilgiler olarak, saunaya çok meraklı bir ülke, hatta bazı iş toplantılarının saunada gerçekleştirildiğini bile duydum! Ve her yıl saunada en uzun süre kalabilme yarışları yapılıyor :S Amaç ne sormadım ama bence soğuk bir ülke olmasından dolayı insanlar sıcakla oynamayı seviyor.. Öyle ki 2 milyon civarı sauna bulunuyormuş ülkede!

Dünyanın en büyük gemileri, o akla hayale sığmayan lüks kocaman gemilerin çoğu bu ülkede yapılıyor!

Pazar günleri çoğu market-dükkan 12:00-18:00 arası açık oluyor..

Etrafta sarhoş çok fazla.. Halbuki alkol de pahalı ve halk genelde feribotlarla Estonya'ya geçerek alkol ve tütün ürünlerini karton karton koli koli almakta.. Yine de gece gündüz demeden etraf sarhoş dolu.. Ama zararsızlar, benden para isteyen bir tanesine "valla bende de yok" diye verdiğim Türkçe cevaba burda olsa sağlam bi küfür yerdim ama anlamadığı halde küçük bi tebessümle geri çekildi zavallım :) Bu arada bi saatten sonra sokaklara küçük tuvalet yapmak serbest hale gelip, sabahları sokaklar caddeler tazyikli suyla yıkanmakta.. Garip insanlar vesselam :p

Haa bu arada, tam anlamıyla bir su ülkesine gitmişken kesinlikle balık yemeden dönmeyin! Tabii iyi bir yemek için ülkemize göre iyi de bir para ödemeniz gerekiyor ama her gün de Finlandiya'ya gitmiyoruz ki azizim :p



Imm..

Valla çok düşündüm ama anlatacak başka bi şey bulamadım :) O kadar sevmedim bu ülkeyi..


Son olarak,

Gezimi keyifli hale getirdiği için teşekkür ederim :




Siz de gitmeyi düşünürseniz, kaliteli hizmet ile iletişim için buradan buyrun lütfen :)

Sevgiler..
:*

13 Ocak 2012 Cuma

Baltık Ülkeleri Part 3 : Estonya



Sıra geldi 3. durağım Estonya'ya...

Ayakkabı postunda anlatmış olduğum Riga'dan hüzünlü ayrılış sahnesinin ardından, Estonya'nın başkenti Tallinn'e doğru yola çıktık.. Ama bende nasıl bi burukluk, nasıl bi üzüntü anlatamam.. Gözlerim doluyo falan ikide bir.. Öyle böyle derken Estonya sınırına vardık..



Kısa süreli duraklamayı fırsat bilip, tabiiki bol bol fotoğraf çektik :)

Önce yine kısaca bi genel bilgi vereyim :)

Estonya, 1991'de Sovyetler Birliği'nden ayrılan ilk ülke olarak bağımsızlığını kazanmıştır.. Nüfusu yaklaşık 1,5 milyon, başkenti Tallinn Unesco dünya mirası listesindedir.. 2011'de euro kullanımına geçilen ülkede fiyatlar, özellikle de alkol ve sigara fiyatları oldukça uygun.. Nüfusun yaklaşık %90 ı inançsız, kalanı ise Hristiyan..



Estonya'da ilk durağımız, sevimli mi sevimli bir tatil kasabası olan Parnu oldu..



Minyatür evleri ve sokakları ile tam bi huzur alanı gibiydi..

Gidilen her yerde olduğu gibi bişiler atıştırıp, ufak tefek şeyler satın almadan olmaz tabii :)



Yazlık yer ya, salataları deneyelim dedik bu kez.. Amannn Tanrımmmm! Yemek seçimi konusunda yaptığımız en büyük yanlış bu oldu sanırım! Benim sezar salatamın (ortadaki) tavukları hariç yenecek başka bir yeri yoktu, o da taş çatlasın 2 parçaydı :( Soldaki karidesli salatanın yakından görüntüsü iğrençti.. Yine en iyisi sağdaki kırmızı etli olandı..



Durum böyle olunca benim yan masadakilerin patates kızartmalarına bakarak iç geçirmem kaçınılmazdı tabii.. (hayır yeni bir yiyecek sipariş etmememin sebebi maddiyat değil tabiiki, zaman.. Zira buralarda, daha önce de bahsetmiştim, siparişler ne yazık ki çoooook yavaş getiriliyor.. süre sıkıntım olduğu için mecbur yutkunarak yan masalara bakındım :p )

Kısa süreli molamızın ardından, Başkent Tallin'e doğru yola çıktık ve toplamda (Parnu'dan önce ve sonra) yaklaşık 6 saatte Tallin'e varabildik.. Buralarda da araçların hiçbiri hız sınırını aşmıyor, bu yüzden benim 3 saatte geleceğim yolu 6 saatte almış oluyoruz düz yolda en fazla 90'la gidince :p

Bugün benim için aksilikler günüydü sanki.. Otele yerleşmek için valizimi çekelerken ayağıma düşmesin mi?! ( Quick not : Ayağım tatil öncesi sargıdan yeni çıkmıştı, üst taban kemiklerimi oynatmışım da yerinden :p ) Melankolik halimin üzerine bir de bu can acısı eklenince benim çeşmeler açıldı, durdur durdurabilirsen.. Herkes bana bakıyo, etrafta turist grupları falan var, yardım edebilir miyiz diye soruyolar ben sümüklerimi çeke çeke hayır diyorum falan :) Güç bela, abi güruhu ( en kısa zamanda bahsedeceğim 4 kişilik abi topluluğu) nun da yardım ve güldürme çabaları ile odama çıkıp yerleştim ve yarım saate yakın ağlayıp yüzü gözü şaşırdıktan sonra, giyinip süslenip lobbye indim rehberimiz Helen'le buluşmak üzere.. Helen Tallinn Üniversitesinde Türk Dili okumuş, Estonyalı bir kız.. Çok tatlı ve tabiiki o da güzel :) Hiç vakit kaybetmeden etrafı keşfetmeye koyulduk tabii..

İlk durağımız Kadriorg Sarayı'nın bahçesi oldu..



Adamlar (Deli Petro) zamanında eşlerine (Çariçe Katerina) parklar bahçeler hediye ettiklerini duyunca aramızdan "aaah ahh nerde öyleleri şimdi" sesleri yükseldi :p Baltık ülkeleri insanları, parkları bahçeleri doğayla iç içe vakit geçirmeyi çok seven insanlar oldukları için daha önce bir sürü park gördük tabi ama bunun diğerlerinden farkı, evcil hayvanla girilemiyor olmasıydı! Oysa öyle güzel bi yürüyüş yolu vardı ki, alacaksın bebeğini köpeğini, yorulana kadar yürüyüp sonra bi banka ilişeceksin.. Ohh, miss..

Burdaki kısa turun ardından, Baltık Denizi boyunca bikaç yer daha görüp, benim için asıl hedefe, eski şehir merkezine ulaştık!



Burası eski belediye meydanı.. Bu meydandaki binalar, eskiden zengin tüccarların ve esnafların evleri olarak kullanılıyormuş, günümüzde ise cafe restorant olarak kullanılıyor.. Bu meydanda ayrıca bir de, Avrupa'nın en eski eczanesi bulunuyor ve hala çalışıyor..

Eski şehir, diğer ülkelerde olduğu gibi burada da yürünerek kısa sürede gezilebiliyor.. En yüksek noktası 318 metre olan tepelerden inip çıkmak da dolayısıyla oldukça kolay :) Bu yüzden şahsen ben aklıma estikçe otele girip çıkıp tekrar gezdim :)

En sevdiğim yer şüphesiz Toompea Hill'di..



En sevdiğim aktivite ise tepeden şu manzarayı izleyip, milyonlarca fotoğraf çekmek oldu!.. Sol taraf orman, Sağda ise alabildiğine görkemli eski şehir binaları.. Ve tabii arkada Baltık Denizi..



Sokaklar yine arnavut kaldırımları.. Ve yine akşam vakitlerinde hanımkızlarımız iğne topuklarıyla ceylan gibi sekerek, hiç sendelemeden yürüyorlar bu yolları >:( Ben gece çıktığımızda şahsen sadece bir sokak dayanabildim bu işkenceye ve hemen çantama sıkıştırdığım jellylerimi geçirdim tekrardan ayağıma :)



İşkenceli, ama eğlenceli de.. Her sokakta mutlaka bir ressam, karikatürist veya bu tarz gösteriler görmek mümkün.. Turistler deseniz gırla zaten..



Tallinn'de diğer başkentlere oranla, yapılar daha masalsı.. Bu bir Rus Ortodoks kilisesi.. Tadilatta olmasına rağmen nasıl da güzel görünüyor değil mi?

Gittiğim ilk gün beni sevindiren bir şey öğrendim : meğer Tallinn merkezde, Güllüoğlu varmış! Evet evet bildiğiniz, bizim Güllüoğlu, baklavacı.. Bütün gün gurbet elde baklavanın hayali ile gezdik diyebilirim..



Ama gittiğimizde tatlı namına hiçbişi kalmamıştı, biz de yemeklere yumulduk.. Miss gibi domates çorbasıııı :) O akşam geç vakite kadar sanki bi kafeymiş gibi oturup bol bol sohbet ettik.. Sahiplerinin Türk olmasından dolayı kendimizi evimizde hissederek..

Hazır yemek sohbeti açılmışken, Litvanya yazımda bahsettiğim Ortaçağ Restorantlarından birini anlatmak istiyorum : Olde Hansa..



Burası tam anlamıyla dokuyu korumuş, dekoru, çalışanları ve yemekleriyle tam bir ortaçağ havası yaşatıyor insana..



Hatta bu, gerçeğe sadık kalma işini biraz abartmışlar ki, istediğim 3 etli salatanın (ortadaki) etinin bir çeşidi direk çiğ idi.. Ortaçağda yaşamış bi yamyamım ya ben de!



Soldaki ise ballı bira.. Değişik tatlı.. Sevmedim sanırım :/ Tarçınlısı daha beterdi ama :) Gerçi Estonlar da diğer Baltık vatandaşları gibi yemeklerinin yanında sıklıkla kefir içmeyi tercih ediyorlar.. Eğer mideniz kaldırırsa ayı eti yiyebilirsiniz.. En iyi burda yapıldığını duydum sağlam kaynaklardan :p

Yapmanızı tavsiye ettiğim bir şey daha var :

Tıpkı Letonya'daki gibi, gidin, Radisson Blu Tallinn'e...



ve Special Radisson Blue Tallinn Margarita için.. Pişman olmayacaksınız :)

Gece de ıpdıs dıpdıs isterseniz Hollywood adlı, saçma sapan gece klübüne gidin.. Aslında biz başka bi yere gidecektik ama Almanlar istila etmişti, giremedik :)



Şu soldaki salak kız beni ittirip aşağı atsa da, yine de eğlendik :)

Başkaaaa... Immm.. Marketlerde alkol satışı saat 10'da duruyor.. Sanırım bunun sebebi sarhoş oranının gündüz saatlerinden başlayarak çok fazla olması :)

Kış bitiminden itibaren çok fazla, iri iri sivrisinekler hasıl oluyor, bi sinek kovar falan almanızda fayda var..

Mango'larında çok dandik ürünler var :p

Estonya'dan bildireceklerim bu kadar..

Son olarak,

Gezimi keyifli hale getirdiği için teşekkür ederim :




Siz de gitmeyi düşünürseniz, kaliteli hizmet ile iletişim için buradan buyrun lütfen :)

Finlandiya'da görüşmek üzere..

Sevgiler :)

:*